23 Ağustos 2011 Salı

Antibakteriyel çorap


Mantar, mayasıl , egzama, vücut kokuları, koltukaltı kokuları vb.'de etkili olan; yazın harareti, kışın üşümeyi engelleyen; şeker ve diyabet hastaları için koruyucu özellik taşıyan iç çamaşırları ve çoraplar.
Reklam değildir. Sadece bu tür bir ürünün 2-3 ülke dışında ülkemizde de üretilmesi sebebiyle burada paylaşıyorum.

21 Ağustos 2011 Pazar

Gözde arpacık çıkması

   Sahura uyadırıldığımda (çarşamba gecesi) gözümde inanılmaz bir ağrı hissettim. Herhalde ev ahalisi uyandırma işinde fazla ileri gitti, gözüme filan yumruk attılar diye düşündüm. Tabi ki öyle bir durum söz konusu değildi. Sabah vakti uyandığımda sağ gözümün üst kapağında gözümün yarısını kaplayan bir şişkinlik gördüm. Bir yarın olsun bakalım, belki geçer dedim. Ama yanlış yaptığımı geç anladım. Ertesi gün doktora gittim. Gözümde arpacıklanma olduğunu söyledi. Bir damlalık yazmakla beraber sık sık sıcak suyu gazlı bez ile şişkiliğe hafifce bastırmamı, bunun iyileşmeme yardımcı olacağını söyledi. Ve bugün şişkilik geçti geçecek.

7 Ağustos 2011 Pazar

Demirtaş: Bayrak ortak değerimiz.

- BDP Grup Başkanı ve Hakkâri Milletvekili Selahattin Demirtaş, bayrağa sahip cıkmış. Ama ülkenin 20-25 özerk bölgeye ayrılmasından yana imiş. * Çevremdeki birçok Kürt vatandaşımızın da ay-yıldızlı al bayrağa olan bağlılık ve sevgilerini belirtmek isterim.
-28 Ağustos 2007 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti'nin 11. cumhurbaşkanı seçilerek Çankaya Köşkü'ne çıkan Abdullah Gül'ün, 4 yıllık anıları bir fotoğraf albümünde toplanmış.. *

-Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın “Genelkurmay’ı Milli Savunma Bakanlığı’na (MSB) bağlamak istiyoruz” açıklamasının ardından CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “verin teklifi destekleyelim” çağrısında bulunmuş. *


-Van Gölü'nden uranyum cıkmış. *
-Bahçeli, “Darbe iddialarını konu alan yargı süreçlerinin acilen sonuçlandırılarak, darbe heveslisi kim varsa TSK’dan temizlenmesi sağlanmalı ve Türk ordusu tartışmaların içinden süratle çıkarılmalıdır” demiş. *
-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun 9 Ağustos Salı günü Suriye'ye gideceğini belirterek, ''Kendileriyle orada gerekli olan görüşmeleri yapacaklar. Bu görüşmelerde mesajlarımız artık kendilerine kararlı bir şekilde iletilecektir. Bundan sonraki süreç, verilecek cevaba ve uygulamaya göre şekillenecektir'' demiş. *
-Afrika açlıkla boğuşuyor. *

24 Temmuz 2011 Pazar

Basından yansıyanlara başlıyoruz.

17-24 Temmuz 2011 basından yansıyanlar:
  • 9 Temmuz’da Diyarbakır Lice’de iki asker ile bir sağlık teknisyenin PKK tarafından kaçırılmasının ardından operasyon başlatılmıştı.
  • Diyarbakır Silvan kırsalında  bir grup PKK’lı ile çatışmaya giren jandarma timleri 13 şehit vermişti.
  • 18-22 Temmuz tarihleri arasında  Zeytinburnu'nda bir grup ülkücü gencin sokaklara dökülmesiyle olaylar cıktı. Olaylar genelde gece  saatlerinde vuku buldu. Bugün ise olaylarda etkinlik gösteren ülkücü gençlerin facebook sayfasından da duyurulduğu üzere büyük bir gösterinin yapılması bekleniyor. Bu sebepten ilçede geniş güvenlik önlemleri alınıyor. 
  • Başbakan Erdoğan'ın gündeminde Gazze ziyareti var. Erdoğan gerekli çalışmaların yapıldığını netice alındığı takdirde ziyaretin gerçekleşeceğini belirtti. (Ayrıntılar burada.)
  • 22.07.2011 Cuma tarihinde Norveç’in başkenti Oslo'da bombalı saldırı sonucu 92 kişi öldü. Saldırıyı gerçekleştiren kişinin marjinal görüşlere sahip Anders Behring Breivik olduğu belirtildi. (32 yaşında, İslam karşıtı aşırı sağcıymış. Adam tek başına ülkeyi değiştirmek istiyormuş. İfadesinde öyle demiş.)
  • Polisin terörle mücadelede etkin olarak kullanılmasıyla ilgili çalışmayla ilgili konuşan Bahçeli iktidar partisinin yenilgiyi kabul ettiğini ve Tsk'yı da suçlu ilân ettiğini söylemiş. Kılıçdaroğlu ise 90'lı yıllara geri dönüldğünü, 30 yıldır(?) çözülemeyen bir sorunun bu şekilde halledilemeyeceğini savunmuş. (TV'de izledim bu açıklamasını. Adam meselenin daha özüne inememiş.)
  • Bu sabah Mardin'de 3 asker pusuya düşürülerek şehit edildi. (Ayrıntılar burada.)
Bu hafta ilgimi çekenler bunlardı. Hem şahsi anlamda yaşananları unutmamak hem de bu haberleri kısa bir şekilde okuyucuya ulaştırmak için bu tür bir çabanın içine girdim. İnşallah aksatmadan devam ederim.

17 Temmuz 2011 Pazar

Neler yapıyorum

Kendi gökkubbemin, kendi kültür dünyamın renklerini keşfetmeye koyuldum hissindeyim. Üniversitenin ilk yılı sona erdi. Birinci dönem pek parlak olmamakla beraber fena değildi ama ikinci dönem için aynı şeyi söylemeye dilim varmıyor. Çevremdeki insanları hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum ve bu en nihayetinde benim için lazım gelen bir çaba.
Kitap okumak, aktüalite içerikli programlar seyretmek istiyorum her fırsatta.  Okul zamanı televizyon izleyecek ne vaktim oldu ne de imkânım. Tabi bu imkânsızlık bana seciciliğin ne kadar elzem olduğunu öğretti. Kitaplar; ne çok okunacak kitap varmış. Hepsi ayrı bir değer. Bu vakte kadar hep kısa kısa okudum ne bulduysam. Ama tamamlamaktan hep kaçtım; sıkar diye. Nasıl bir düşünceyse bu bendeki. Şimdi vakit kaybetmek istemiyorum ve okumaktan kaçmayacağım. Müsaadenizle.

Not: Bugüne kadar yapmadıklarımı düşününce "Aslında başlık 'Neler yapmamışım? olmalıydı." diyorum.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Küçük lokmalar kolay yenir.

"Bugün Türkiye sınırları içinde bütün etnik faaliyetler, yani etnisitenin öne çıkmasını öngören faaliyetler mutlaka dünya sisteminin desteğine başvurmak zorunda olan faaliyetlerdir. Bunu sadece Türkler için söylemiyorum. İster Arnavut olarak, ister Çerkez olarak, ister Boşnak olarak sen etnik bir -ayrımcalığa kadar gitmeye lüzum yok- etnik bir öne çıkma faaliyetinde bulunuyorsan mutlaka arkana bugün dünya sisteminin patronlarının onayını almak zorundasın. Çünkü onlar bunu istiyorlar. Bütün dünyanın birbirini yiyen, komşusunu öldüren bir durumda olmasını istiyorlar ki bununla hem silah satabilsinler hem karlarını azamiye çıkarabilsinler. Bunlar dünyadaki bütün ayrımcılıkları destekliyorlar. Mesela Almanya’dan Bavyera’nın ayrılmasını, İtalya’dan Tirol’lerin ayrılmasını, Bask ülkesinin Fransa’da da İspanyada da bağımsız olmasını, Tibet’te şunun olmasını, Kenya’da bunun olmasını mutlaka istiyorlar. Anlatabiliyor muyum? Çünkü hiçbir büyük birim, birim ne kadar büyük olursa onlar için o kadar tehlikeli…
Eğer bir yerde genişçe bir dayanışma alanı varsa o dayanışma alanı piyasayı daraltacaktır. Anlatabiliyor muyum? Yani dünyada nakit dönüşünde bir yavaşlama getirecektir. Çünkü insanlar birlik oldukları zaman paraya daha az başvurarak hayatlarını sürdürürler. Ama insanlar ne kadar tekilleşirlerse, ne kadar atomize bölünmelere uğrarlarsa o kadar para canlı olurlar. Paranın geçerliliği, para çok büyük bir patron olarak hepsinin üzerine çıkar."

İsmet Özel

(İsmet Özel’le Sivas Radyo Televizyonu’nda Yapılan Söyleşi,Mehmet Toyran / 6 Mayıs 2006)

7 Temmuz 2011 Perşembe

Kendiliğimden uyanmak; ezana.

07.07.2011 Saat 00:15 zannımca.

KÜL RENGİYİM, KÜL KEDİSİ DEĞİL (I) adlı yazısını okudum İsmet Özel'in.
Anlamaya gayret ettim.
Yazı bitti, ben de bitmiştim zaten saatler öncesinde.
Uyudum.
Uyandım. 
Aklıma gelen ilk şey İsmet Özel'in yüzü ve sonrasında lisedeki edebiyat hocamın bana onunla ilgili bir şeyleri okumamda yol göstermesiydi.
Kulaklarımdaysa "Esselatu hayrun minen nevm" nidası yankılanıyordu.
Rüya mıydı?
Yoksa ilk fırsatta okuyacağım bunları bunları diye düşünmemin bir tekrarı mıydı aklıma gelenler?
Bilmiyorum.
Ama o uyanma eve geldiğimden beri kendi kendime uyanmışlığımın ilkiydi.
Mutlu hissettim kendimi o an.

18 Haziran 2011 Cumartesi

İngilizce ninniler zamanıdır

Dün arkadaşlarla gezmeye gitmiştik. Nenesi yaşında annesi görünümlü bir kadının elini tutmuş yolda yürüyerek İngilizce şarkı söyleyen 10-11 yaşlarında bir kız çocuğu geçti önümden. Şaştım kaldım. O nasıl bir kelimeleri yutma ve yuvarlama maharetidir. Maşallah maşallah, çocuklarımız çocukluklarıyla uçmuş!

10 Haziran 2011 Cuma

İki resim arasında bir kitap

   Az evvel üniversite kütüphanesinin sekreter odasında bir kitap okuyordum. Ender Gürol'un "Öyküler" kitabıydı okuduğum. Halet-i ruhiyeyi yansıtmaya yönelik betimlemelerden ibaret kısa hikâyelerdi. Pek sarmadı açıkçası. Belki daha müsait bir vakitte okumuş olsam iş görürdü. Belki üzerine kısa kısa notlar alırdım kısacık hikâyelerin.
   Önümde bir fotoğraf duruyordu, duvarda asılı. Ön planda başları körpeliği -belki tevazuyu- temsilen eğik pembe pembe dağ çiçekleri. Pembeliklerine akseden ışık; dallar, yapraklar arasından. O da ne? Sağı solu gölgeyle bir renge bulanmış, kurumuş bir kozalak: Çiçeklere köhnemenin habercisi.
   Şöyle bir çevirdim başımı soluma. Duvarda yağlı boya bir resim. Bir Atina güzeli göz alıcılığıyla meydanda; antik dönemin libasıyla başında bir taç. Yerde sahipsiz mızrak ve kalkan yığını. Ardı sıra viraneye dönmüş bir şehir. Ama sütunlar dimdik ayakta yanlardan çatlaklarla.

3 Haziran 2011 Cuma

Kara kışlar

"Bilsen ne çok şeydin sen
Yazık aynıydı her giden
Yok ah kalbim yok
Sevgiler çok insafsız
Yarını yok
Ağlarım gün geçmez ağlarım
Öfkeyle sustum diye ardından
Kaybolur gibiydi yüreğim
Öyle derin ve öyle kederli
Çok kara kışlar gördüm ben
Yine pes etmedim
Çok ayrılıklar gördüm ben
Yine yenilmedim"
 Ne zaman bu şarkıyı dinlesem sanki hissetmem gereken bir duygu varmış da o duygu içimin derin ve karanlık bir köşesinde unutulmaya yüz tutmuş gibi hissederim.
 Bu şarkının benim için bir anlamı olmalıydı. Olmalıydı ama ne? Neydi iki dudak arasından çıkıp da gönlümde yoğuramadığım bu duygu? Of of! O sigara dumanları, o içten haykırışlar, hüzünlü ve bitkin simalar...
 Evet, buldum. Belki de boşlukta gezinen çocukluk hatıralarımda olmalı cevabı. İşimin gücümün, gelecek kaygımın, kapımı çalmadığı bir zamanda; bu şarkıyı dinlemek, o sahneleri izlemek... Bu olmalı cevap, bu.

31 Mayıs 2011 Salı

Siyah-beyaz bir film





Yönetmen : Ingmar Bergman
Oyuncular: Victor Seastrom , Ingrid Thulin...
1957 İsveç yapımı.


Bugün bir film izledim. Orijinal ismi “Smultronstället” ya da “The Wild Strawberries”, Türkçe ismiyse “Yaban Çilekleri” olan film 1957 yapımı. İzlerken bazı noktalarda acayip gerildim. Film siyah beyaz olunca ve bende böyle bir gerilim etkisi yapınca Yahudi asıllı yazar Franz Kafka
aklıma geldi. Bir arkadaşım “Dava” adlı eserini okumuştu. Kitapta bir adamın anlaşılmayan bir sebepten ötürü infazı anlatılıyormuş. Bir de lisedeki edebiyat hocam ondan bahsederdi sık sık. Bir sabah uyandığında kendini bir böcek olarak hayal edip ne kadar ürktüğünü anlatan bir kitabı mı ne varmış. Ah, bu yarım yamalak bilgilerimi bir tamamlasam! Neyse filme geri dönelim biz. Filmde yaşlı bir profesörün yani Isak Borg'ın katılması gereken bir tören münasebetiyle çıktığı bir araba seyahatinde başından geçenlerle beraber geçmişine yolculuk yapılıyor. İsak altmışlarında çocuklarından, yaşlı annesinden uzakta kırk yıllık hizmetçisiyle yaşayan bir kimsedir ki filmde onu canlandıran isim İsveçli oyuncu Victor Seastrom'dur. Araba yolculuğu sırasında biri kız olmak üzere İtalya'ya gitmek isteyen 3 genç de onlarla seyahat ediyor. Yolda aniden önlerine bir araba çıkıyor. Kazanın eşiğinden dönülüyor. İsak'lara bir şey olmazken diğer araba devriliyor. Arabası devrilen ve yaşlı doktorun arabasıyla yolculuklarına devam etmek zorunda kalan çift birden dalmış gibi oluyor filmin akışına. Tabi bu küçük bir ayrıntı olabilir. Yine bir ayrıntı belki ama içimde kalacağına burada diyeyim ne diyeceksem. Adam karısının isterik olduğunu söylüyor. Yanlış mı duydum diyerek aynı yeri birkaç kere daha dinledim. Ama yok her seferinde aynı şekilde algılıyordum. Neyse İsak'ın gelini giriyor söze ve “Siz Katolik olduğunuzu söylemiştiniz.” diyor. Ne dir bu isterik?
http://tdkterim.gov.tr/bts/:“histerik Fr. Hystérique
sf. Histeriye tutulmuş olan, isterik.”
diyor.
İçim karardı ya! Bir de film öyle birden bitmese...

17 Mayıs 2011 Salı

Düşler diyarından hatırlananlar

Bu sabah uyandığımda aklıma gelen ilk düşünce rüyamda motorsiklet sürmemdi. Upuzun bir yolda motorsiklet sürüyordum. Sonra bizim evin oradaki camide buldum kendimi. Caminin bahçesinde lisedeki müdürümüz ve müdür yardımcısı oturmuş bana bakıyorlardı. Nedense şapşallığım tuttu. Motorsikleti bir türlü süremedim.
Bilinçaltımızın eserindir ya rüyaların çoğu, ben de bu rüya üzerinde düşünmeye başladım; biraz derince. Sonra şunlar çıktı karşıma. Geçenlerde bir arkadaşım beni motorsikletiyle gezdirmişti. Motorsiklet unsuru oradan olsa gerektir. dün ilkokul hocamla görüşmüştüm. Konuşurken çekindiğimi, el ayak hareketlerimde bir acayiplik olduğunu gördüm. Lisedeki hocalarımın yanında da motorsikleti sürememiş olmam da bundan kaynaklanan bir şeydir herhalde.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Yeşilin Kızı Anne buldum seni!

Anne of Green Gables, akage no anne
Çocukluğumun unutamadığım çizgi filmlerinden idi "Yeşilin Kızı Anne". Yanılmıyorsam Kanal D'de oynamıştı. Bir daha da hiçbir yerde yayınlandığını görmedim. Aklıma geldiği günden beri internette aratırım. Ama makul bir videosunu bulamamıştım. Bugün başka bir animeyi aratıryordum. Ama onun da 4. bölüme kadar alt azılı şekilde sunulduğunu fark ettim. Turkanime.tv çıktı karşıma. Yeni bir anime izleyeyim bari dedim ve karşıma Yeşilin Kızı Anne çıktı. Mutluyum. (:  

Az önce ilk bölümü bitirdim. Fırsat buldukça izleyeceğim bundan sonra. Siz de izlemek isterseniz eğer işte ilk bölüm burada.  => Akage no Anne 1. bölüm

17 Şubat 2011 Perşembe

Yüzmeyi bilmeyene yardım etmek...

15 Şubat 2011 Salı
Bankada işlem yapmak için sıramı bekliyorum. Kapıdan pardösüsü ile gömlek ve pantolonunun renkleri birbirine zerre kadar uymayan 50'lerinde bir adam girdi. Şöyle bir etrafa bakındı. Sıra numarası almak için makineye yöneldi. Biraz bakındı. Sonra da bana doğru başını çevirip: "Ben bundan anlamıyorum. Bir halletsen." dedi. "Tabi." dedim. Sıra numarasını aldım. Beklemeye başladık. Benim işlemim için form doldurmam gerekti. Bu arada sıra da epeyce ilerlemişti. Adam hâlâ önündeki vezneye bakıyordu. "Sizin sıra numaranız kaçtı?" dedim. Bir de baktık ki sırası geçmiş. Meğer adam geçen sefer işlem yaptığı vezneden işleminin yapılacağını sanıyormuş. Bir de bana diyor: "Senin yüzünden sıram geçti." Kendince azarladı beni cahilliğini örtbas etmek için.

13 Şubat 2011 Pazar

Sağlıklı Dişler ve Günlük Tutmak


   Okula ilk başladığım yıl öğretmen yaz tatili boyunca günlük tutmamızı istemişti. Ben de bunu bir ödev olarak bellemiş ve okuldan çıkar çıkmaz hemen kırtasiyeye gidip renkli, hoş kokan bir defter almıştım. Minicik bir kilidi bile vardı. Sanki o yaşta çok gizlemem gereken şeyler varmış da defteri üreten firma beni düşünerek onu dahi yaptırmış. Fikrimce insanlar bazı şeyleri gizlemeyi o minicik kilitlerden öğreniyorlar.

   Her akşam defteri elime alır ve yazmaya başlardım:
   “Bu sabah erkenden uyandım. Dişlerimi fırçaladım. Güzel bir kahvaltı yaptık. Sonra gezmeye gittik. Akşam eve biraz geç döndük. Akşam yemeğini yedik. Sonra ben dişlerimi fırçaladım. Sonra da uyudum.”
Hep bu tür şeyler yazmıştım. Dikkat ettiyseniz diş fırçalama kısmına özellikle vurgu yapmışım. Neden mi? Şu sebepten ki mini mini birler olan biz çocuklara bir gün ellerinde renkli renkli resimler olan bir diş hekimi abla gelmişti. Bize diş fırçalamanın öneminden bahsetmiş ve söylediklerini pekiştirmek için de elindeki resimleri kullanmıştı. Sunumu bitince de eğer dişlerimizi fırçalar ve onlara iyi bakarsak tekrar gelebileceğini söylemişti. Ben o resimleri çok sevmiştim.  Çocuk aklı işte sırf o doktor abla gelse de o güzel resimlerle bize bir kez daha sunum yapsa diyerek her gün dişlerimi fırçalardım. Hatta bir dönem ablanın gelmeyeceğini düşünerek dişlerimi fırçalamamayı bile düşünmüştüm.

   Öğretmenimiz ikinci sınıfa geçtiğimizde günlükleri hiç sormamıştı. Bu duruma da çok fena bozulduğumu hatırlıyorum.

(bkz: çocuklara verilen sözlerin yerine getirilmemesi)

3 Şubat 2011 Perşembe

Çelişik Söylemler

Devekuşu Misali:

Sanki ipinden kopuk anlardır bir günüm.
Bazı kederle kardeşim, içe gömülen.
Bazı mütebessimdir çehrem.
Bazı fırtına olur yıkarım.
Bazı gölge olur çelerim beşerin aklını.
Kaçarım kimi zaman herkesten.
Sonra dinerim kalbim ve zihimle bir.
Utanırım bir zaman, saklar gözümü parmaklar.
Yaşarım o an devekuşu misali
Görmediklerimi yok farzederek.
Dışarıdan Gözlenen Ben mi?

Derler senin ufkun rengarenk,
Yaşamıyorsun yek ahenk
Siyah-beyaz değil ki ömrün
Sen biraz da kedine görün
Bil ki hayat senin eserin.

2 Şubat 2011 Çarşamba

"Sana göre mi?"

Ya lise ikiye ya da lise üçe gidiyorum. Yaz tatiline girmişiz. Ben de ne iş bulsam çalışıyorum. Bir gün pazarda çocuk şortu satıyorum. Yanıma da köyden yarın gelmiş olan bir çocuk vermişler. Bunun ağabeyi gelmiş tezgaha defolu mal bırakmış. Ben de bir müşterinin uyanıklık edip "Bu defoludur bir kaç lira indirim yapıver." demesiyle bir parçayı satıverdim kadına. Adam geldi. "Sen nasıl bunu ucuza satarsın!" deyip bana çıkıştı. Hem tezgah sahibinin haberi olmadan tezgaha mal bırakıyor hem de bana kızıyor. Neyse Bu gitti. Ardıdan bayan bir müşteri geldi. "Bu şortun daha büyüğü yok mu?" dedi. Yanımdaki de "Abla sana göre mi?" dedi. Ben bir utandım bir utandım ki eyvah eyvah...